Aslında aklımda Mazhar Alanson’un 1979 tarihli İpucu Beşlisi ile olan şarkısının hikayesi vardı aklımda, klibi ile efsane olan “Bozup Yeniden Yapmaktır İşim”
İkinci Yeni’ye “Sayım” ile bir girizgah, bir güzel merhaba ne iyi olur diyordum ki “Hüznün Kuşları” geldi aklıma: Mazhar Alanson’un Cemal Süreya’nın beş şiirini bozdurup yeniden yaptığı şarkısı.
Cemal Süreya ile Mazhar Alanson’un bileşiminden elbette ki bambaşka bir dünya, apayrı bir simya çıkar.
“Hüznün Kuşları” Mazhar Alanson ilk solo albümü olan 2002’de çıkardığı Türk Lokumuyla Tatlı Rüyalar”ın 5. Şarkısı. Bu albümde “Ah bu ben”, “Yandım”, “Hamak”, “Benim hala umudum var” öne çıkar da “Hüznün Kuşları” nasıl da zarifce geri planda kalır, “olsun, benim de hakkımı hüznün hakkını vermeyi bilenler versin” dercesine..
“ben bütün hüzünleri denemişim kendimde
canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
bir bir denemişim bütün kelimeleri
yeni sözler buldum seni görmeyeli
kuliste yarasını saran soytarı gibi
seni görmeyeli
kasketimi eğip üstüne acılarımın
sen yüzüne sürgün olduğum kadın
kardeşim olan gözlerini unutmadım
çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat
sen tutar kendini incecik sevdirirdin
bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa
şanssızım diyemem kendi payıma
hain bir aşk bu kökü dışarda
olur böyle şeyler ara sıra
olur ara sıra”
Albüm kapağında sözlerin Cemal Süreyya’ya (!) ait olduğu yazılmış.
Bir harf fazla, bir harf eksik bunun muhabbetini, muhasebesini yapacak değiliz ya, Alanson Süreya’nın farklı farklı şiirlerini derleyip ortaya bu şarkıyı çıkarmışken.
(Bir rivayete göre Cemal Süreya’nın soyadından eksilen harf eşi çocuklarına hamileyken terk etmek zorunda kaldığı Üvercinka’sına hayatı boyunca taşıyacağı bu eksikliğine dair verilmiş sözünden gelir de bu da bir başka yazı konusu dağılmayalım şimdi..)
“ben bütün hüzünleri denemişim kendimde” , “bir bir denemişim bütün kelimeleri” dizeleri “Aslan Heykelleri” şiirinden:
çoğaltan ellerini seviyorum kaç kişi
dokundukça dokundukça aslanlara
parklarda yakışıklı aslan heykelleri
birdenbire önümüze çıkıyorlar buysa çok güzel
bizim bu aşkımızın aslan heykelleri
şahane değişik hüzün heykelleri yani
ben bütün hüzünleri denemişim kendimde
bir bir denemişim bütün kelimeleri
yeni sözler buldum bir nice seni görmeyeli
daha geniş bir gökyüzünde soluk aldıracak şiire
hadi bir de bunlarla çağır gelsin aslan heykelleri
oldurmanın yıkmanın yeniden yapmanın aslan heykelleri
olduran yıkan yeniden yapan gözlerini seviyorum kaç kişi
bir senin gözlerin var zaten daha yok
ya bu başını alıp gidiş boynundaki
modigliani oğlu modigliani
az şey değil seninle olmak düşünüyorum da
içimde bir sevinç dallanıyor kaç kişi
bir geyik kendini çiziyor karanlığa sonra kayboluyor
karanlık maranlık ama iyi seçiliyor
yorgan toplanmış bacakların seçiliyor
bir uçtan bir uca bacaklarının aslan heykelleri
ayık gecemizi dolduruyorlar bir uçtan bir uca
en olmıyacak günde geldin tazeledin ortalığı
alıp kaldırdın bu kutsal ekmeği düştüğü yerden
bunlar hep iyi şeyler ya öte yanda
olsa yüreğim yanmıyacak aslan heykelleri
ama yok aslan heykelleri var köpek
delikanlı bir köpeği var onunla yatıyor
adalet hanım iki kişilik karyolasında
bozulmuş burjuva ahlakına örnek
“sen tutar kendini incecik sevdirirdin”, “bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa” “canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını”, “kasketimi eğip üstüne acılarımın”, “sen yüzüne sürgün olduğum kadın” , “kardeşim olan gözlerini unutamadım”, “çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat” dizeleri “Ülke” şiirinden:
saat çini vurdu birden: p i r i n ç ç ç
ben gittim bembeyaz uykusuzluktan
kasketimi egip üstüne acilarimin
sen yüzüne sürgün oldugum kadin
karanlik her sokaktaydin gizli her kösedeydin
bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi. mavi.
birtakim genç anneleri uzatirdi bir keman
sen tutar kendini incecik sevdirirdin
bir umuttun bir misillemeydin yalnizliga
yalniz aski vardir aski olanin
ve kaybetmek daha güç bulamamaktan
sen yüzüne sürgün oldugum kadin
kardesim olan gözlerini unutmadim
çocugum olan alnini sevgilim olan agzini
dostum olan ellerini unutmadim
karim olan karnini ve önlerini
orospum olan yanlarini ve arkalarini
iste bütün bunlarini bunlarini bunlarini
nasil unuturum hiç unutmadim
kibrit çak masmavi yanardi sesin
ormanlara ormanlara yüzünün sesi
en gizli kelimeleri akitirdi agzima
su karangu su acayip su asyali askin
solugu kesen agulayan ormanlarinda
yasadim o kisa ve korkunç hükümdarligi
ve çarpintili yüregim saçlarinin akintisinda
karadeniz’e karisirdi ordan akdeniz’e
ordan da daha büyük sulara
geceyse ay hemen tazeler minareleri
kur’an sayfalari satilan sokaklardan
ölüm bir çesit sevgiyle uçar
ölüm uçar çocuk yüzlere
ben o sokaklardan ne kadar geçtim
damagimda dilinin yosunlu tadi
önce bugulu sonra cam gibi parlak sonra bugulu yine
birtakim tavsanlari andiran birtakim su hayvanlarini
pazar pazartesi günlerini ve haftanin öbür günlerini
yine sali çarsamba persembe cuma cumartesi
bir basak ufak ufak bildirir konya’yi
o basakta o konya’da seni ararim
ben simdilerde her seyi sana bagliyorum iyi mi
altin ölçü çift ölçü ve altin karsiliksiz
para basma yetkisini firat’in suyunu palandöken’i
erzincan’in düzünü asma bahçelerini babil’in
antalya’nin denizini o denizin dibini
bes türlü yengeç yasayan sularinda
çaganoz adi pavurya çingene pavuryasi ayi pavuryasi
bir de çalpara
bilinir ne usta oldugum içlenmek zanaatinda
canimla besliyorum su hüznün kuslarini
sen kalabalikta bulup bulup kaybettigim kimya
yoklugun gayri suradan suraya geldi
bir günler sölenlerle egemen ülkende
simdi iri gagali yalnizliklar dönüyor
n’olur agzindan baslayarak soyunmaya
bir kez daha sür hayvanlarini üstüme üstüme
çik gel bir kez daha yikintilardan
çik gel bir kez daha beni bozguna ugrat
“kuliste yarasını saran bir soytarı gibi” dizesi “Uçurumda Açan” şiirinden alınmış:
aşktın sen kokundan bildim seni
bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu
taşıttan indin sonra da karşıya geçtin
elinde bir tuhaf çanta saçında soku
akıl almaz işleri şu zambakgillerin
sokakta bir sövgü gibi akıp gittin
gözlerin sonsuz uzun sonsuz çekikti
baksan uçtan uca çin seddi’ni görebilirdin
yanındaki adam mutlaka kardeşindir
istanbul öyle ağırbaşlı bir kent değildir
aşktın sen gidişinden bildim seni
neye yarar sağduyuyu aşmazsa şiir
birbirimizi kucaklarken neye yarar
kucaklamıyorsak eski yeni sevgilileri
diyorum çoğunca evli kadınlar
bu yüzden ölü yıkayıcısıdırlar
bilir misin acaba ne demiş tilki
kişi bir anda nasıl çarpılıverir
kuliste yarasını saran bir soytarı gibi
giderek nasıl anlaşılmaz olur sözleri
ömer ki bir gölü balığı için değil
kamışı için vergilendirdiydi
ama değnek vurulurken zavallı uğruya
yüzüne ve neresine gelmesin derdi
selam size büyük durumlar doruk anlar
dağ görgüsü kazanır ağrı’yı bir kez görse de kişi
marmara’dan yirmi yılda çıkaramayacağı gerçeği
okyanusu beş dakika seyretmekle kavrar
belki de biraz geç rastladım sana
ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza
1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi
eksikliğe mi alışmışız mutsuzluğa mı yoksa
bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu
ağır uykusu aldatılmış olanın
ve aldatanın delik-deşik uykusu
taşıttan indin sonra da karşıya geçtin
divan nâzım hikmet ikinci yeni
kaç gündür adını düşünüyorum
ne demiş uçurumda açan çiçek
yurdumsun ey uçurum
“Şanssızım diyemem ben kendi payıma” “Dikkat Okul Var”ın yadigarı:
Şanssız mıydık? haksızlık olur şimdi
Düşünsene nasıl geçmiştik hızla
Birleşen iki güvercinin arasından
Hiç dokunmaksızın onlara
Bende tarçın sende ıhlamur kokusu
Az mı dolandık Başkentin sokaklarında
Ama işte şölenin kaçınılmaz acısı
Bizim payımıza düştü sonunda
Aşkımız şimdi görklü bir hayatın
Yabancaya berbat bir çevirisi
Sen metinde üç beş satır atladın
Ben geçmiş zamanda dondurdum fiilleri
Sen ki özenle katlanmış bir mendil gibiydin
Düşünür müsün zaman zaman acaba
Nelerle ödedik şu mevsimi
Ve gün nasıl vuruyor topuklarımıza
Şanssızım diyemem ben kendi payıma
Oluyor böyle şeyler ara sıra
Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim
Bütün çocuklar anlar da
Ve “Bu Bizimki” şiirindeki “hain bir aşk bu” ve “kökü dışarda bir aşk bu” dizelerini birleştirip “hain bir aşk bu kökü dışarda” haline getirmiş:
Ve “Bu Bizimki” şiirindeki “hain bir aşk bu” ve “kökü dışarda bir aşk bu” dizelerini birleştirip “hain bir aşk bu kökü dışarda” haline getirmiş:
“Yıkıcı bir aşk bu,
yıkıyor milletin ortasına
tutku yükünü…
bölücü bir aşk,
ekmeği suyu bölüyor
günde üç öğün…
hain bir aşk bu,
sizin eve hırsız girer
onunkine polis…
yasadışı bir aşk,
evlenmeyi
hiç mi hiç düşünmüyor…
soyguncu bir aşk bu,
en sıradan ezgilerden
sevinçler devşiriyor…
kökü dışarda bir aşk,
dante ile beatrice’inkine
fena öykünüyor…
işgalci bir aşk bu,
samanlık sevişenin diyor
başka şey demiyor…”
“Bu Bizimki” zamanında Zülfü Livaneli tarafından da bestelenmiş, Süreya’nın “Vadideki Zambak” çevirisine koyduğu şiiri:
“içine girdiğim yeni sevdanın insanı mahveden bir tarafı, kendine özgü bir elektrik akımı vardı; sizi yarı uykuyu andıran bir uykusuzluğun fildişi kapılarından göklere salıyor, ya da kanatlı sağrısının üstüne, terkisine alarak geri getiriyordu; nankör bir aşktı bu, kendi kurbanı olan cesetlerin üstünde kahkahalar atan korkunç bir aşk. unutkan bir aşk, ingiliz politikasına benzeyen, bütün erkekleri öksesine düşüren taş yürekli bir aşk.”
Cemal Süreya yazmış, Mazhar Alanson derlemiş, bestelemiş. Bir kelime yazsam ikincisin hatrı kalacak, haddimi aşarım diye korkarım. Bunca şiirin, sözün üzerine bu yazı burada bitsin hadi..