GEL EY SEHER

Azeri türkülerinden oluşan ‘men sevirem azeri türküleri’ diye bir playlistim var. Dinlemelere doyamam, genlerimle alakası yok, Azerilere olan sempatimi, Azeri şarkılara, türkülere düşünkünlüğü de açıklamak zor..

200px-Pbretro

Playlistimde dönüp duran şarkıların ötesinde bir şarkı var ki hem hikayesi, hem bestesi, hem de sözleri ile ayrı diyarlara götürür. “Gel Ey Seher”’i öyle bir söyler ki Polad Bülbüloğlu, dinlerken ne düşüneceğini, yanında ne içeceğini bilemez insan. Polad Bülbüloğlu’nun Şebnem Ferah’la olan düetinden önceydi sanırım ya da tam o zamanlar, üniversite yılları.. Ekşisözlük’ten mi keşfetmiştim nereden pek de hatırlayamıyorum ama ilk dinlediğimdeki ürpertiyi hatırlıyorum hayal meyal..

Klibin orjinalini izlemek, şarkının o versiyonunu dinlemek lazım:

 “O gözler gibi her taraf kara

Bu yollar seni götürür nere

Yena bu seher güneş nur yera eyler

Bir teze nağıl başlar dünya

Oyan ey güneş oyan

Al elvan boya yoxsa bu deniz uçar

Bir zülmet geca deniz qaçar

Gel ey seher… gel ey seher

Es deli rüzgar bu günü götür

O biten ömrü yeniden getir

Gel ey seher… gel ey seher”

Polad Bülbüloğlu’nun fantastik bir klibi var, dağlarda ovalarda, bulutların arasında, şarkı da öyle bir his yaratıyor.

 “Es deli rüzgar bu günü götür

o biten ömrü yeniden getir…”

Belki de bu sözlerden yola çıkarak şarkının Bülbüloğlu’nun henüz dokuz yaşındayken Hazar Denizi’nde boğulan kızı Seher’e ağıdı olduğu rivayet edilir çeşitli kaynaklarda. Fikret Koca’nın sözlerini yazdığı şarkıyı Bülbüloğlu Uşaqlığın Son Gecesi filmi için bestelemiştir Bülbüloğlu 1968’de.

Bülbüloğlu ismine de münhasır bir kişi, Bülbül lakaplı opera sanatçısı Murtuza Memmedov’un oğlu. Memmedov 1961’de vefatından once bir şan ekolü yaratmış, bu ekole yönelik bir okul dahi kurmuş.

Polad Bülbüloğlu ülkesinde sanat ve kültürün kelime karşılığı olan bir devlet adamı. Halen Azerbaycan’ın Rusya Büyükelçisi. Azeri filmlerine, şarkılarına, hele de Hollywood filmlerindeki Azerice dublajlara denk geldiğimizde hepimizin suratında bir gülümseme oluşur da Azeri kültürünün derinliğini pek bilmiyor olabiliriz, rastlantı değil böyle devlet adamı yetişmesi. Polat bülbüloğlu kendi ülkesine sığamamış zaten, Türkiye’ye bile 7 orkestra şefi kazandırmış. Nilüfer Kuyaş ile olan röportajında anlatıyor Azerbaycan’a sanata kültüre verilen değeri Bülbüloğlu. Azerbaycan’da yerel ve merkezi, iki ayrı kültür bütçesi varmış: “Belediyeler bütçelerinin %26’sını kültüre ayırmak zorunda. Cumhuriyet bütçesinde ise kültürün payı %2,8.” Bakü’de elli tane müzik okulu varmış, en ünlü bestecilerden Üzeyir Hacıbeyov’un doğum günü 18 Eylül de ulusal müzik bayramıymış.

Devlet adamlarını bu vizyonla yetiştiren ve onlara koltuklarını doldurdukları için paye veren ülkelere özenmemek elde değil. Bizdeyse kendini sanata veren devlet adamı örneği önce ülkesine sonra emekliliğinde tuvale darbe vuranlar. Bülent Ecevit’i tenzih etmek lazım tabi bu noktada.

4 Şubat 1945 doğumlu Bülbüloğlu, Bakü Müzik Akademisi’nde piano eğitimi almış. Gara Garayev ile çalışmış, Henüz 17 yaşındayken onlarca şarkı ve besteye imza atmış. Yirmiden fazla filmin müziğini yapmak da Bülbüloğlu’nu kesmemiş olacak ki oyunculuk da yapmış. Bu da yetmemiş sanat tarihi üzerine master yapmış, Azerbaycan Kültür ve Sanat Üniversitesi’nden de profesörlüğünü almış. “Mesela benim bir senfonim vardır, beyati şiraz makamı üzerine kuruludur. Avrupa formlarıyla, milli müziğimizin bir sentezini aradık daima. Benim şarkılarım da bu nedenle Sovyet döneminde çok başarı kazandı. Armoniler ve üslup çağdaş, ama ifade, sözler ve mevzular tamamen milli. Bu karışım insanların hoşuna gitti.” diyor Bülbüloğlu.

Hayif Bele Oldu şarkısı tam da o dönemi yansıtıyor olanca retroluğuyla.

Bülbülgiller babadan oğula müziğe adamışlar zaten kendilerini. 1975’te doğan oğlu Teymur Polad Bülbüloğlu da Moskova Radyosu Tchaikovsky Senfoni Orkestrası’nda görev alıp, zamanın Sovyet Federasyonu’ndan aldığı nişanla müziğini taçlandırmış.

“Gel Ey Seher”in sözleri Fikret Koca’ya ait. Fikret Koca’yı araştırdım ancak Türkçe kaynak bulamadım, Azerbaycan’ın önemli bir şairi olduğunu biliyoruz.

Fikret Koca kendisiyle yapılan bir röportajda bu şiiri için şöyle demiş;

“Gençliğimde Moskova’da Maksim Gorki Üniversitesi’nde okurken işlerim pek yolunda gitmiyordu. Ailemde karışıklıklar vardı, akrabalarımdan ölenler olmuştu, kitabım da sansür tarafından yasaklanmıştı. Gergin bir halde, depresyona uğramış, trenle moskova’ya gidiyordum. unutulmuş, fırlatılıp atılmış bir insan gibi. Şiir yazmak için elimde tuttuğum kâğıdı buruşturup trenin penceresinden dışarı fırlattım, arkasından baktım. Bana öyle geldi ki, “ben” ile “kendim” arasında o mesafe kadar, çok az bir mesafe kalmış. Birden trende radyo çalmaya başladı. “Ay Şelale” adlı bir şarkım vardı. Hoparlörden “şarkının sözleri Fikret Koca’nındır” diye bildirdiler. şarkım çaldı; tren ışıklandı, dünya aydınlandı, bir anda belim dikleşti. “Ben varım ve yaşamak da güzel” dedim. Şarkılarımı duyduğumda bunları hissederim. “Gel ey seher”de de öyle. “Gel ey seher” şarkısı bundan kırk yıl önce yazıldı. “Uşaqlığın Son Gecesi” filmi, Maksut İbrahimbeyov’un senaryosuna göre çekilen film için yazıldı…”

Yaşam yaşadıkça derinleşiyor, yaş aldıkça genleşiyor; ruh ise ancak üretirse, bir şeyler yaratırsa kendini gerçekleştiriyor gençleşiyor bana kalırsa, Fikret Koca da bunu teyid ediyor: “Ben şiir yazmaya başlamadım ki yaşamaya başladım. Ben yetmiş altı yaşımdayım, yaşamaya da hevesim var. Çünkü her sabah, her gelen sabah bekliyorum, bana yeni haber getirecek.”

Sanatı da fazla abartmamak lazım, bir duygunun yaşayanın ruhundan taşıp ona anlam yükleyenlerle buluşması diye tanımlarım bana sorsalar ama bir eseri ölümsüz ve değerli kılan yaşanmışlıkların, anıların ve acıların derinliği ve yansıması. Çok düşünen, aklında evirip çeviren filozof oluyor, işin içine ruhunu katan ise şair, müzisyen, ressam.. Bir acıyı ya da bir duyguyu derinlemesine yaşadığınızda onu içinize hapsederseniz hayata küsüyorsunuz, hayat da size, renkler soluklaşıyor.. O acıyı kağıda, kaleme, müziğe dökerseniz başka bir coğrafyada bir başkası paylaşıyor, kendince anlam veriyor. İşte ancak o zaman renkler canlanıyor.

“Al elvan boya yoxsa bu deniz uçar”

Elvan arapça kökenli, renkler demekmiş. Meali “Al bu renkleri ve dünyamı boya, yoksa bu deniz uçup gidecek”

Gel Ey Seher de bir filmin müziği olarak can bulmuş, sonra bambaşka coğrafyalarda farklı farklı anlamlarla ölümsüz olmuş. Polad Bülbüloğlu’nun yaşadığı acıyı müziğe dönüştürmesi, Fikret Koca’nın yaşına ve yaşama dair sözleri bu şarkının yarattığı hisleri perçinliyor bana kalırsa.

Bizde “Gel Ey Seher” en çok da Şebnem Ferah ile yaptığı düet ile tanınıyor. Ama sonradan ‘bu şarkıyı söylemeyeni dövüyollar’ gibi bir durum olmuş.. Fatih Erkoç, Ezginin Günlüğü, Ferhat Göçer, Güvenç Dağüstün, Zara, Enbe Orkestrası.. Hepsi de pek yahşi söylemiş, ben yine Polad Bülbüloğlu’nun orjinal versiyonunu değişmem ama Güvenç Dağüstün’ün Akustikhane versiyonunu öneririm:

Bonus: Azeri Playlist

Aman avcı- Barış Manço &Les Mistigris (1966)

Arzu qızım – Zeynep Xanlarova

Kızıl laledir adım – Lale Memmedova

Man Vagıfın Gizıyam – Aziza Mustafa Zadeh

Sensiz – Göksel Yılmaz Ensemble

Ayrılık – Rshid Behbudov

Ayrılık – Cem Adrian

Ay qız – Cem Adrian

Gün Kechdi – Flora Kerimova

Ey hayat ne qeribesen – Qaya

Leave a comment